KIBRIS TÜRK
ROMANINDA ÇIKARMA HAREKÂTI
ÖZET
KIBRIS TÜRK
ROMANINDA ÇIKARMA HAREKÂTI
Kıbrıs Çıkarması tarih
olarak 20 Temmuz 1974 belirse de “Kıbrıs olayları” başlangıcı 1821’de Yunan isyanına paralel, Kıbrıs
Ortodoks Kilisesi’nin Ada’daki Rumları
Türk yönetimine karşı kışkırtma
eylemidir. “Megola İdea” nın bir tezahürü olan bu olayla birlikte tarihi
“Kıbrıs sorunu” da başlamış
olmaktadır. Kıbrıs Çıkarması, Türk harp tarihi içerisinde yakın dönemde
hafızalara kaydedilmiş en önemli olaylardan birini oluşturmak yanı sıra Ada’nın
siyasi tarihimizdeki rolünden dolayı güncelliğini sürekli korumuş konulardan
biridir. Bir siyasal kimlik edinmekle beraber kültürel dinamiklerini oluşturmak
bakımından da Ada’daki Türk varlığının en önemli zenginliklerinden birini edebiyat
hayatındaki üretimleri gelmektedir.
Coğrafi olarak sınırlı bir alana ve bu
alan üzerinde kalabalık olmayan bir
nüfusa sahip olmasına karşın, özellikle 1940’lı yıllardan itibaren edebiyat düzleminde yoğun üretim; şiir,
hikaye gibi türlerle beraber daha
katmanlı bir tür olan romanı da varsıllaştırır.
EOKA’nın faaliyete geçmesiyle
birlikte 1 Nisan 1955 tarihindeki Kanlı Noel saldırısı çatışmaların da fitilini
ateşlemiş oluyordu. 1963 ve devamında şiddetlenerek süren, 1974 yılındaki
“çıkarma harekatı” ile de noktalanan süreç, Kıbrıs Türk romancılarının
eserlerinde etraflıca yer alan ana temalardan birini oluşturmakta ve kendileri
de doğrudan bu mücadeleye katılmış olan edebiyatçıların eserlerine, çoğunca, otobiyografik unsurlarla
yansımaktadır. Bu özelliklerinden dolayı da Özker Yaşın, İsmail Bozkurt, Ahmet Gazioğlu ve Bekir Kara gibi ‘mücahit’
kimlikli romancıların eserleri dönemin tanıklığı yanı sıra, edebiyat yoluyla
bir toplumsal bellek oluşturmanın da
kaynaklarını oluşturmaktadır.
Anahtar
kelimeler:
Savaş,
TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı), EOKA, Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk romanı.
TURKISH LANDING OF CYPRUS IN CYPRUS
TURKISH FICTION
ABSTRACT
Although, Turkish landing of Cyprus
launched on 20 July 1974, actually it started in 1821. Parallel to Greek
rebellions, Cyprus Orthodox Church provoked rum living in Cyprus against Turk
authority. This event can accepted as similar event with “Megali Idea” and
through the event Cyprus dispute started. Turkish landing of Cyprus is still in
memories of Turkish Military History and it still plays a crucial role in the
history. Cyprus’ importance still maintains because of critical position in the
Turkish Political History. In addition to political identification, according
to created cultural dynamics, one of the most important accretion of Turks
living in Cyprus is producing works about literature. Although, Cyprus
population is less and have a limited and small space, notably from 1940s they
have been improved themselves in literature area. Through poem and story, they
also write a vast number of novels. From 1963 and to 1973 namely ending year of
Turkish landing of Cyprus, in ten years process is an important topic in the
Cyprus’ writer’s novels. The writers crusaded to war and they had an active
role in the war and because of this their books includes autobiographical
elements. Because of these qualifications, such as Özker Yaşın, İsmail Bozkurt, Ahmet
Gazioğlu and Bekir Kara‘s books include a good number of things which
shows everything to us about war in their novels. Furthermore, those writers
are known as mujahidin writers. Their books help about creating social
consciousness about Cyprus and war.
Keywords: War, TRO ( Turkish Resistance Organization),
Peace Operation, Cyprus Turkish Fiction
Giriş
Kıbrıs
Türk edebiyatının, özellikle 1960 sonrası ürünlerine bakıldığında, hemen büyük
bir bölümünün ‘Kıbrıs sorunu’ algısıyla üretildiği gözlenir. Farklı sanatsal
eğilimlere sahip olan kesimlerin birbirleriyle olan tartışma kavramlarını da
yine bu sorunun oluşturmuş olduğu zemin şekillendirir: Milliyetçi-anti
milliyetçi, şoven karşı-şoven, Türk, Kıbrıslıtürk… Tüm bu kavramların doğurmuş
olduğu tartışma ikliminin temel belirleyenin de yine “Kıbrıs Sorunu” olduğu
aşikardır. İktisadi ve sosyal hayatın imkanlarıyla yetkinlik kazanan roman
türünün Kıbrıs Türk kültürü içerisinde tarihi, 19. Yüzyılın sonlarında
görülmeye başlar. Bu durum esasında, Osmanlı coğrafyası için de pek farklı
değildir. Zira Türk okuyucular için olmasa da İstanbul’da yaşayan Ermeniler
için yazılan ve 1851
senesinde İstanbul'da Mühendisoğlu matbaasında basılan Ağapi veya Akabi romanı bir
kenara bırakılırsa, ilk roman 1872 yılında Handika gazetesinde tefrika edilmeye
başlayan Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı
Talat ve Fitnat gösterilir. Durum, Kıbrıs coğrafyası için farklı değildir,
Ada’da ilk roman, yazarı Kıbrıslı olmasa da 8 Ocak 1892 yılında Zaman
gazetesinde yayımlanmaya başlayan Bir
Bakış’la başlar (Atun, 2012:29). Yayımlanan ilk roman ise 1894 yılında,
yani Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın
İstanbul’da yayımlanmasından iki yıl sonra Ada’da yayımlanan Kaytaz-zâde Mehmet
Nâzım’ın Yadigâr-ı Muhabbet adlı
romanıdır. Bu durumu şöyle de yorumlamak mümkün, Ada, her ne kadar kendine
mahsus etnik yapısı ve kültürel özellikleriyle özgünlükler taşısa da bir
Osmanlı coğrafyası olmak hasebiyle, özellikle düşünsel hareketler bakımından
yönünü merkeze, yani İstanbul’a; 1920’den sonra da Ankara’ya çevirmiş
durumdadır. Edebiyat dünyasındaki gelişmeler, bütün barizliğiyle bunu
göstermektedir.
Bir
anlamda Kıbrıs Türk romancılığının kurucusu sayılan ve önemli ölçüde 1930 – 60
arasında ürettikleriyle geniş bir yelpazede ürün sergileyen Hikmet Afif Mapolar
nâm-ı diğer Muzaffer Gökmen ve 2010 yılında yitirdiğimiz, ‘ulusalcı’ çizginin
mimarlarından sayılan Özker Yaşın[2] yanı
sıra, Adanın en önemli kültür
insanları ve romancıları arasında ön
sırada gelenlerden birini İsmail Bozkurt[3]
teşkil eder. Sürecin özellikle çıkarma sonrası (1974) dönemini ele alan önce Bellekteki İzler adıyla üç bağımsız cilt
olarak tasarlayıp ilk iki cildini de yayımladıktan sonra UNUTMA adıyla tek
ciltte toplayan Bekir Kara[4] da
ana eksende Kıbrıs olaylarını yapıtlarına taşıyan, günümüz romancılar
içerisinde üretkenliği ve ustalığıyla dikkat çeken isimlerden birisidir. Bugüne
değin yayımladığı tek romanla dikkatleri çeken, sonrasında daha çok siyasi
tarih çalışmaları ve güncel politikaya ilişkin araştırmalarıyla tanınan Ahmet
Gazioğlu[5]’nun
Kıbrıs’ta Aşk ve Savaş ile daha çok
tiyatro ve hikayeleriyle tanınan Osman
Güvenir’in “Üç Pencere” Kıbrıs Romanı adlı yapıtı da söz konusu tarihsel
kesiti ayrıntılarıyla ele alan ve belirgin bir biçimde tanıklığa yaslanan, çoğunca da 1950 ve 60’lı yıllarda Türk
edebiyatında yaygın olan, Yaşar Kemal, Bekir Yıldız, Dursun Akçam örneklerinde
görüldüğü üzere röportaj dilinin kullanıldığı romanlardır. Bunlar yanı sıra
üretimlerini sürdüren Özden Selenge, Mehmet Yaşın, sinemadaki başarısından
tanıdığımız Derviş Zaim, Neşe Yaşın, Oğuz Yorgancıoğlu, Sultan (Okumuşoğlu),
Bener Hakkı Hakeri, Sabahattin İsmail gibi
Kıbrıs Türk mücadelesini
romanlarına konu edinen, eserlerinde genel hatlarıyla 1930-1974 sürecini
ele alan yazarların çalışmalarını da anımsatmak gerekir.
Kısa Bir
Tarihsel Çerçeve
Hafızalarımıza
kazınmış haliyle Kıbrıs olayı, EKOKA’nın 1 Nisan 1955 yılında ilk kanlı
eylemiyle başlayıp ve sonrasında hafızalarda derin iz bırakan 21 Aralık 1963
“Kanlı Noeli”yle yoğunlaşarak, 20 Temmuz 1974 “Mutlu Barış Çıkarması”yla son
bulan süreci kapsar. Esasında Ada’nın stratejik önemi dolayısıyla Ada’ya sahip olmanın sağlayacağı
avantajlar, öteden beri İngiltere’nin
gündeminde olan bir konudur. 1869
yılında Süveyş Kanalı’nın açılması, İngiltere’nin bu düşüncesini daha da
güçlendirmiş, İngiliz İmparatorluğunun en değerli varlığı olan Hindistan ile
imparatorluğun merkezi arasındaki ulaşım yolunu güvenlik altında tutmak;
Fransa’nın Doğu Akdeniz’de oluşturduğu tehdide karşı ilk iş olarak 1704’den
beri ellerine bulundurdukları Cebelitarık’ın yanı sıra Akdeniz’de ikinci bir üs
olarak Malta’yı, 1800’de ele geçirmişlerdi.
1882’de Mısır’ı işgal etme planının ‘geçiş aşaması’ politikalarından en
önemli dönemeci de, bu bakımından Kıbrıs politikası oluşturuyordu (Gürel,
1984:17). 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve bu savaşın, güçsüzlüğü giderek artan
Osmanlı Devleti aleyhine doğurduğu sonuçlar, İngiltere’nin Kıbrıs Anlaşması’nı hayata geçirmesi
için önündeki engelleri de kaldırıyordu.
İşte bu antlaşmanın yapılması ile “Kıbrıs Sorunu” başlamış oluyordu
(Mütercimler, 1998:28).
Kıbrıs’ın
İngiliz yönetimine geçmesi ile birlikte, büyük bir imparatorluğun yönetici
unsuru iken, bir anda yabancı bir
yönetimin üçüncü sınıf uyruğu durumuna düşmenin Türk toplumu üzerinde yaratmış
olduğu travma, Kıbrıs’ın Yunanistan’a
bağlanması (ENOSİS) politikalarıyla daha bir derinleşmiştir. Bir yandan İngiliz
sömürge yönetimine bir yandan da ENOSİS politikasını engelleme çabası,
Türklerin Ada’daki varoluş mücadelesine
dönüşmüştür.
İngiliz
sömürge yönetimine karşı direnişleri pasif nitelikte, gazete/kitap yayımlama,
örgütlenme, kitlesel gösteriler şeklindedir.
İkinci
Dünya Savaşı sonrasında ENOSİS istemleri yoğunlaştı ve 1952 yılında Atina’da
EOKA (Etniki Organosis Kiberon Agoniston/ Ulusal Kıbrıs Savaşçıları Örgütü)
kurularak silahlı terör eylemlerinin hazırlığına girişildi ve 1 Nisan 1955
yılında da ilk kanlı eylemini gerçekleştirir.
Kıbrıs
Türkleri, silahlı saldırılara karşı, başlangıçta hazırlıksız ve örgütsüzdür.
EOKA saldırılarıyla birlikte karşı örgütlenmenin gerekliliği ortaya çıkar ve
ilk refleks olarak KITAMB (Kıbrıs Türk
Mukavemet Birliği), Volkan (Var Olmak Lazımsa Kan Akıtmamak Niye), Kara Çete, 9
Eylül Cephesi adlı direniş örgütleri oluşturulur. Süreç içerisinde ulusal
bilinçle beslenen savunma gereksinimi
dağınık direniş örgütlerini bir çatı altında toplayarak, Türk Mukavemet
Teşkilatı (TMT)nı oluşturur. (Bozkurt, 2010:148) Dönemi anlatan hemen tüm
edebiyat ürünlerinde özellikle TMT adının ve buna bağlı başka simgesel
isimlerin (kovan, kovanbey, arı, oğul, oğul beyi, serdar, sancak, çanak gibi)
geçiyor olması, kısa da olsa bu tarihsel çerçevenin bilinmesini gerekli
kılmaktadır.
Romanlar ve
Çıkarma Harekatı
Edebiyatın
bir tanıklık olduğu kadar insan, dolayısıyla onların oluşturduğu toplumsal ruh
halinin de yansıması olduğunu unutmamak gerekir. İktidarların bütün
şekillendirmelerine karşın, olayları bireysel ve kolektif zihne dayalı süzgeçle
en sağlıklı biçimde yine edebiyat yapıtlarında görmek mümkündür. Kurmaca da
olsalar, edebiyat yapıtları özellikle roman, hakikatin anlaşılması için
başvurulması gereken en önemli kaynak olma özelliklerini korumaktadırlar.
Belkiçakalı yazar Charles Pilsnier’in romancı için söylediği: “görünmeyen
şeylerin tarihçisi” (Günyol,1980) saptaması, insan ruhunun derinliklerini önsezi ile kavrama ayrıcalığına sahip olan bu
kişilerin “savaş, saray, siyasa tarihçilerinin görmediği, göremediği şeyleri”
dile getirmek anlamında ustalıklarını da yansıtmaktadır.
Bu
bildiride; 1974 çıkarma harakatının eksen alındığı eserler içerisinde, Özker Yaşın,
İsmail Bozkurt, Bekir Kara ve Ahmet Gazioğlu’nun romanları ele alınacak,
savaşın bu eserlerdeki izdüşümü irdelenmeye çalışılacaktır.
Bu
dönemi konu edinen romanların en belirgin karakteristik özelliği, yakın tarihte
yaşanmış olmasıyla birlikte yazanlarının hemen tamamının sürecin içerisinde yer
almış olmalarıdır. Dolayısıyla tanıklık eksenine oturtulmuş olan anlatım,
belirgin olarak ‘günlük’ olayların tarihsel tanıklığa dönüştürülme kaygısıyla ‘roman’laştırıldığını
yansıtmaktadır. Özker Yaşın, Ahmet
Gazioğlu, İsmail Bozkurt, ve Bekir Kara’nın yukarıda bahsi geçen romanlarında
1974 çıkarmasının arka planında gelişen olaylarda, ben anlatıcı yazar, anlattıklarını
inandırıcılık kaygısı taşımaksızın bir ‘doğruluk’ fikri zeminine oturtmaktadır.
Tek tek romanla yazarı, bir bakıma da yazar kahramanın kişisel hayatını
irdelediğimizde bu örtüşmenin türlü ipuçlarını yakalamak olasıdır. Örneğin kendisi de TMT saflarında mücahit
olarak mücadele vermekte olan Özker Yaşın’ın romanlarına yansıyan tanıklık,
onun yaşadıklarından farklı değildir.
21
Aralık 1963’de “Kanlı Noel” olarak tarihe geçecek olaylar patlar. 23 Aralık
günü, Ada’da bulunan Yunan birliklerinin desteğinde EOKA çeteleri, Türkleri
birkaç gün içinde yok etme hareketine girişirler. Şehirlerde ve karışık yaşanan
köylerde Türk mahalleleri kuşatılır. Köylerin birbiriyle ve şehirlerle
bağlantısı kesilir. Fakat beklenen gerçekleşmez; Türkler, mahalle ve köylerinde
derme çatma mevziler kurarak sert bir direnişe geçerler. Herkes evini köyünü
savunmaya girişir. Lefkoşa, Mağusa ve Lefke’de Türk mevzilerine yapılan
saldırılar kırılır. Yollar tutulmuş, ulaşım hatları kesilmiş olduğundan
birbirinden habersiz Türk köyleri korku dolu günler geçirirler. 21 Aralık 1963
günü patlayan ve 8 Mart 1964’e kadar devam eden bu çatışmalar, Türk toplumu
için ağır kayıplara yol açar. O günlerde gazetelere yansıyan tespitlere göre
Türklerin kayıpları 136 ölü, 603 yaralı, 148 kayıptır. 25 bin Türk evsiz
kalmıştır. Çatışmaların durmasından sonra da Türkler, daha emniyetli köylere ve
şehirlerdeki Türk mahallelerine sığınmaya devam eder. Bu olaylar neticesinde Türklerin
üçte biri evini barkını terk ederek mevzileri sağlam mahalle ve köylerde
toplanmış, birbirinden kopuk ve kuşatılmış bu adacıklarda yaşamaya başlamıştır.
Ada içinde seyahat mümkün değildir. Dünya ile bütün bağlar kopmuştur. 120 bin
Türk, bu “getto” hayatının içinde 10 yıl yaşayacaktır.
Bu
can pazarı içinde Özker Yaşın ve ailesi, bütün Kıbrıslı Türkler gibi ortak
kaderi paylaşıyordu. Yaşın, Peristerona köyündeki evinden çıkıp barikatları
aşarak Lefkoşa’da Türk mevzilerine ulaşabilen ‘şanslı’ kişilerdendir Ne var ki
kendisi Türk mevzilerine ulaşabilme olanağına kavuşsa da ailesinin tüm
bireyleri Rumlar tarafından rehin alınır. Doğum sancıları başlayan eşi Rum
hastanesinde İngiliz bir hemşirenin yardımıyla doğum yapar ve oğlu Savaş 25
Aralık Çarşamba günü dünyaya gelir. Oğlunun doğumunu ancak 10 ocak 1964 tarihinde
öğrenebilen Yaşın, yaşadıklarını
ve görüp işittiklerini, bomba gürültüleri ve kurşun seslerini dinlerken kaleme
alır. Bu şiirler, olaylar yaşanırken, şehit mezarları açılırken, yaralılar
inlerken, ağıtlar duyulurken
yazılmıştır. Mart ayının ortasına kadar devam eden bu ölüm ve korku günlerinin
şiirleri Oğlum Savaş’a Mektuplar adlı
şiir kitabında toplayan Yaşın, bu
ürünlerinde yeğlediği gerçekçi yöntemi romanlarında da sürdürür.
Mekân,
şahıs ve olaylar zincirinde anlatılanlar ile kahramanların gazeteci, mücahit,
asker, kovanbeyi, arı, sancaktar gibi savaş içerisindeki sıfatlarıyla
paylaşılması ve çoğu kez de
karakterlerin gerçek isminin, örneğin Bozkurt’un Bir Gecede romanındaki TMT komutanı Turgut’un, eşi Aliye’nin günlük
hayatları içerisinde de aynı görev ve adlarla bilinmesi gibi, Ahmet
Gazioğlu’nun Kıbrıs’ta Aşk ve Savaş
romanındaki doktor ve gazeteci karakteri, Türk göçmenlerin sığındığı Mutlu
Vadi’deki Çile Kampı; Özker Yaşın’ın Girne’den Yol Bağladık’taki eylemler,
otel, banka, cadde gibi tüm mekân adları bütünüyle bu gerçekliği içerir.
Bunu
yadırgamamak ve küçümsememek gerekir. Zira, bir yandan gelenek oluşturma çabaları devam
eden ve metropol Türkiye’nin her daim gölgesini üzerinde hisseden, beslendiği kaynaklar bakımından tarihsel
tanıklık ile kendisini sorumlu kılan, bütün bu özellik ve nitelikleriyle “Bir yaşantı edebiyatı olan Kıbrıs Türk
edebiyatı, -roman, öykü ve şiirleriyle- Ada halkının acılarını, mutluluklarını
nesilden nesile taşıyan, sosyal değişimleri yansıtan önemli bir kaynaktır.”
(Kefeli, 2013:266) Yeri gelmişken belirteyim ki Kıbrıs Türk romancıları, Özker
Yaşın’ın Kıbrıs’ta Vuruşanlar Mücahidin
Romanı eseri dışında ve özellikle de bu
bildiri çerçevesinde ele alınan eserlerde tema bir kahramanlık öyküsü olarak
hiçbir zaman kurgulanmaz. Olay ve kişiler yargılanır ama bu yapılırken ötekini
aşağılayan, kendini üstün gören bir çirkinliğe bürünülmez.
Kıbrıs
Barış Harekâtı’nın, Kıbrıs Türk romanına yansıması iki bakımdan önemlidir.
Birincisi, bu harekat, ırkçı EOKA harekatının beş yüz yılı aşkın bir süredir
Ada’da varlığını sürdüren Türk halkına yönelik soykırımlarını durdurmuş,
insanların hayatta kalma gerekçesini oluşturmuş, ikincisi de bir kimlik
oluşturma çabasındaki Kıbrıs Türklerinin, ulusal direncini güçlendirerek bu
direnci edebiyat gibi, estetik/sanatsal kazanımlarla zenginleştirme yollarını
açmıştır. Gerek 1960 -74 sürecindeki gelişmeler, gerekse 1974 harekâtı sonrası
gelişmelerin özellikle roman türüne ciddi bir biçimde yansıması, bu
pekiştirmenin işaretlerindendir. Romanların sanatsal değeri her zaman
tartışılabilir ki bu edebiyatbilimcilerin, eleştirmen ve estetiklerin yerine
getirmesi gereken bir sorumluluktur.
Ancak, tarih ve olaylar açısından bakıldığında,
Kıbrıs Türk romancılarının gözden
ırak tutulamayacak bir sorumlulukla olaya yaklaştıkları ve bütün
çirkinlikleriyle savaşa karşı kolekif bilincin oluşmasına katkı koyduklarını
belirtmek gerekir. Her biri doğrudan bu çatışmalar içerisinde ‘mücahit’,
‘mücahit komutanı’, ‘göçmen’ kimlikleriyle yer almış olan edebiyatçıların, hiç
birinin eserinde ötekini yok etme, bir halkı topyekün düşman
belleme gibi genellemeci, ırkçı bir anlayışın görülmeyişi de önemli bir
göstergedir. Bu durum, salt Türk halkının eğilimi olarak yansıtılmaz, ırkçı,
şöven, tedhişçiler dışında Rum halkının duygusu
olarak da dile getirilir. İsmail Bozkurt’un Bir Gün Belki romanında, Türkleri kökünden kazımak için and içmiş,
köpeğini Türk adıyla çağıracak ve onu Türk adı taşıdığı için öldürecek kadar
gözü dönmüş Rum faşisti Deli Hristo’nun kızı Nitsa’nın ve annesinin düşüncesi, onun
tam tersidir:
“-
Ne oldu sana kızım? Diye sordu Nitsa’ya annesi. “Son günlerde çok iyi idin.
Ansızın içine kapandın yine. Hem de eskisinden daha çok.
-
Korkuyorum
anne! Korkuyorum.
-
Korkmakta
haklısın kızım.Ülkemiz çok kötü günler geçiriyor. Zavallı Türkler! Olan onlara
oluyor.Baksana, bir yerlerde hiçbir iz bırakmadan kayboluyor, öldürülüyorlar. Köylerini, evlerini bırakıp
kaçıyorlar. Yazık bu insanlara! Yazık! Ama bizim yapacağımız bir şey yok.”
(Bozkurt, 2002:129)
Çıkarma
harekâtı eksenine oturtulmuş, bir bakıma o sürecin günlüğü olarak da
değerlendirilebilecek romanlardan birini Ahmet Gazioğlu’nun Kıbrıs’ta Aşk ve Savaş adlı eseri
oluşturur.
1974
çıkarmasını, başladığı saat itibarıyla Gazioğlu şöyle aktarıyor: “20 Temmuz Cumartesi sabahı saat 5.40da jet sesleriyle
uyandı Aral. Pencerenin camları sarsılmış, odya, gökten gelen bir çığlık,
şimşek hızıyla girip çıkmıştı. Arkasından dalga dalga tekrarlandı bu ses, kısa
aralıklarla. Aral, Tanya’ya dürttü ve yatağından fırladı.
“Kalk…
İşte nihayet geldiler… İşte geldiler!” diyerek dürbünü aldı, balkona koştu.”
(Gazioğlu, 1975:166)
Gazioğlu,
romanında, tıpkı 20 Temmuz 1974 sabahı çıkarma saatine gelinceye değin, dışarıda
gelişen olayları nasıl gazeteci
üslubuyla aktarmışsa, bundan sonraki gelişmeleri de; Türk jetlerinin nereleri
bombalayıp bombalamadığı, Rum Ulusal Muhafız askerlerinin hangi kamplarda esir
alındığı, çıkarma gemilerinin 5. Mil koyuna girerek nasıl kapaklarını
açtıkları, paraşütçülerin uçaklardan nasıl indirildiğine ve devamında da
kuzeyde oluşan Türk bölgesinin şekillenişi, İngilizlerin kendi vatandaşlarını
uçak gemileri Hermes ile adadan uzaklaştırma çabaları, aynı maksatla
Amerikalıların 6. Filo’ya bağlı Forestall zırhlısının Kıbrıs açıklarına
gönderilmesi… Tüm bunlar 1963-64 Rum saldırıları sırasında babası Eokacılar
tarafından kaçırılan ve nasıl öldürüldüğü dahi bilinmeyen Londra’da Royal
Northern Hastanesinde stajyer doktor olarak çalışan Aral ile şarkiyat ilmi
okuyup, tezini Türkiye’de tamamlamak için yolculuğa çıkan Tanya arasında
başlayan ilişkiyi ekseninde yaşanır. Aral, Almanya’dan başlayan, Türkiye’ye,
oradan da Kıbrıs’a uzanan yolculuk boyunca “Kıbrıs sorunu” konusunda, bütün
ayrıntılarıyla, Tanya’yı bilgilendirir. Her aktarılan, sonrası ve öncesinde
yazılan siyasi, tarihi ve başka edebi metinlerde de karşımıza çıkan, tarih,
kavram ve adları ortak, ‘Kıbrıs
sorunu’dur. Bu izleği, Özker Yaşın’ın eserlerinde de görmek mümkün.
Her
savaş, yeni bir başlangıçtır ve bireylerin olduğu denli onların oluşturduğu
toplumların da hafızasında travmalara yol açar. Kıbrıs Türk toplumunun çıkarma harekatı öncesi ve sonrasında
yaşadığı en önemli travmalardan biri hiç kuşkusuz toplu kıyımlarla beraber kayıplar
olmuş, bunu göçler izlemiştir. Savaş
ikliminin barışa evrilmesi ve ‘barış hattı’nın oluşmasıyla birlikte şekillenen
yeni dünyada bu kez yeni ev kurmalar,
komşuluklar ve iktidarlarla olan ilişkiler boyvermeye başlamış; kendisini bu
yeni süreçte yansıtan kırılmalar oluşmuştur. Ada’nın geneline bakıldığında,
ekonomik anlamda ticari faaliyetleri sınırlı bir biçimde yürüten, bu bakımdan
da köy kırsal nüfus oranı daha yüksek
olan Türklerin, ticari faaliyetlerden de uzak oldukları gerçeği hem Yaşın’ın
hem de Kara’nın romanlarında açık bir biçimde kendini belli eder. Aynı gerçeği,
Bozkurt’un romanlarında da buluruz: Türkler ticaret hayatının dışındadır ve
sermaye Rumların elinde toplanmıştır. Bu gerçeklik romanla toplumsal düzen
arasındaki şekillenmede de kendisini belli eder; söz konusu bu romanların hemen
hiç birinde ekonomik dünyanın üst sıralarında bir Türk’ü göremezsiniz. Çiftçi,
öğretmen, şoför, gazeteci… Ekonomik dünyanın girdi çıktılarıyla ilgili ve
dolayısıyla bir sermaye kesimi oluşturacak aktörleri hissedilir biçimde ancak
1974 çıkarma harekatından sonra görüyoruz. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki
belirgin bir yeni iş kolu da 74 sonrası Ada’ya Türkiye’den gidenlerin
oluşturmuş oldukları ‘eğlence’ mekânlarıdır. Doğal gelişimi içerisinde
şekillenmeyen girişimci anlayışı, sonradan edinmeyle bir ahlakdışılığı
beraberinde getirir. Bu durum özellikle Bozkurt’un Yusufçuklar Oldu mu? ve Yaşın’ın Kıbrıslı
Kazım romanlarının ana izleğini oluşturur: Kayırmacılık, siyasetle ticareti
katmanlaştırma, haksız yollarla mal
edinme… “1963’te, toplumlararası çatışmalardan sonra oluşan enklavlar, Kıbrıslı
Türk halkın kendi topraklarından göç etmesine, üretim ilişkilerinden, hayat
içindeki geleneklerinden, tarihsel geçmişlerinden kopmalarına; en yaşamsal
bağlarını savaşla beraber yitirmelerine yol açtı. Toplumun %70’i ABD
yardımıyla, “iaşelerle” yaşayan asker-memur asalak bir katman oldu. Kendi
toplumsal, sınıfsal gerçeklerine yabancılaştı. (…) Enkavların kimliği,
kimliğimiz oldu. Kıbrıslı Türk burjuvazisi, insanın ve insani olan herşeyin yok
edildiği bu enklavlar içinde palazlanıp siyasi iktidarını geliştirdi. Bu
nedenle, geleneklerinde şiddet, savaş, yasadışılık ve baskı vardır.” (Yaşın,
1990:161) Bunun en yaygın örneğini, ev
ve malları güneyde kalan yurttaşlara, kuzeyde eşdeğer mal verilmesi sürecinde
yaşanır. Öncelik şehit ve gazi ailelerine, mücahitlere verilecekken, siyasi yandaşlık, nüfuz baskısı ile kimileri,
her seferinde ev ve arsa sahibi olur;
üstelik bunları edinirken kura bile çekmez, en ayrıcalıklı konuma sahip
olurlar.
Adını,
bazı sözleri Behçet Kemal Çağlar’ın “Bu Menzum Beyanname de Benden” şiirinden
esinlenerek yazılmış Girne’den Yol
Bağladık Anadolu’ya şarkısından alan, başkahramanı köyleri Peristerona
güneyde kalan, Oktay ve yakın çevresindekilerin; eşi Aysel, arkadaşı Ali, köy
ihtiyar heyetinden Sadık dayı, kayınpederi ve bunlar etrafında şekillenen
ilişki ağının bir pazartesiden diğer
pazartesine kadar olan serüvenlerini içeren Özker Yaşın’ın romanında;
çatışmalar başladığında mallarını Rumlara satıp İngiltere’ye kaçmış, 74
sonrasında Ada’ya dönüp ‘huzur ortamının’ nimetlerinden yararlanmaya
çalışanların nasıl yasadışı yol ve şiddete başvurdukları da aktarılır:
“-Hasan İmamoğlu’na ev mi verdiler
köyde?
İhtiyarın kaşları çatıldı:
-
Ne
yazık ki verdiler evladım… Hem de köyün en güzel evlerinden birini aldı
deyyusun oğlu!
-
Nasıl
olur? Kuraya adı konmamıştı bu adamın. Bu yüzden size saldırmaya kalktı, ben
kendisini yumrukladım! O tartışmanın ve kavganın anlamı yokmuş demek ki
-
Öğrendiğime
göre herifçioğlu kura filan da çekmemiş bizim gibi… Lefkoşa’dan bir mektup
getirmiş iskan memuruna. O mektubun kimden geldiğini bilmiyorum, ama her halde
bir bakandan, forslu birinden olacak… İskan memuru mektubu okumuş ve Hasan
İmamoğlu’na istediği evi vermiş!
-
Şehit
aileleri gibi desene… Hem de kura çekmeden.” (Yaşın, 1976)
Özellikle
Bekir Kara’nın Unutma Bellekteki İzler
romanında, TMT örgütlenmesinin arka planında bu gerçek bütün belirginliğiyle
yansır. Seyit, babası Selim’in şehit düştüğü gün dünyaya gelir. Onun uykudayken
gördükleri, romanı bir hatırlama, toplumsal bellek oluşturmak işleviyle
değerlendiren yazarın niyetini açığa vurur. TMT mensuplarından olan Mura Hoca,
Selim’i de teşkilata dahil etmek için girişimlerde bulunur. İngiliz yönetimine
karşı Rumların zaman zaman gösterdikleri isyanlar, sabanın arkasında ekmek
kavgasını vermekte olan Selim’in çok da ayrımında olduğu gelişmeler
değildir. Murat Hoca, siyaseti bilen ve
olayların seyrini öngörebilen bir bilince sahiptir. Çalışkan, güvenilir bir
yapıya sahip olan Selim’i mücadeleye dahil etmek ister. Bunun için onu
olayların farkında olmaya, sorgulamaya sürükler.
“-Son yaşanan olayları sen nasıl yorumluyorsun?
-
Hangi
olayları?
-
Bildiğin,
duyduğun olaylar. Rum, İngiliz’le kavgaya tutuştu bildiğin gibi… Bu kavga
İngiltere’nin ve diğer sömürgeci ülkelerin bir tezgahı olamaz mı?
-
Bilmem,
İngiltere Kıbrıs’ın sahibidir. Diğer sömürgeci devletler bu işe neden karışsın
kı?
-
Diğer
sömürgeci devletler de ‘Enosis’ taraftarı olamaz mı?
-
Bu
soru benim için hayli zordur Hoca. Geçim derdine düştüm ben. Olanı biteni ne
bilirim?
-
Dinle
Selim. Ortada bir kavga var. Bu kavgaya, biz de karışmak zorundayız, çünkü
başka çaremiz yoktur. Öyle oturup, ‘bu kavganın sonunda ne olacak acaba?’
deyip, yan gelip yatamayız?” (Kara, 2011:74)
-
Bir
yandan ‘örgütlenme’ fikrinin Türk kesiminin her katmanına nasıl
yaygınlaştırıldığının ipuçları verilir, bir yandan da Türk mallarının Rumlara satılmaması
konusunda dikkatli olunması gerektiği anımsatılır. Burada dikkati çeken, yukarıda da belirtmeye
çalıştığım gibi, ekonomik iktidar bakımından Türklerin daha pasif bir konumda
oldukları; milliyetçilik duygusunun daha geç uyanmaya başladığı gerçeğidir. Bu
anımsamalar, Özker Yaşın’da, örneğin Girne’den
Yol Bağladık’ta günlük biçimindedir. Her iki yazar da bu bölümleri farklı
stillerde yazarak okuru bir anlamda uyarmış olurlar, Yaşın siyah (bold) olarak
belirtir, Kara ise italik yazı karakteriyle. İkinci husus, genel olarak
Kıbrıs Türk edebiyatını ama özel olarak da romanın kazandığı içerik
açısından çıkarma harekatının bir başlangıç olmasıdır. Bu Kıbrıs Türk romanının
içeriğini ciddi biçimde belirlemiş, olayların hemen ardından yazılan eserlerde
olduğu gibi, sonrasındakilerde de belirleyici temalardan birini oluşturmuştur.
Örneğin yakın zamanda yayımlanan Oğuz Yorgancıoğlu’nun Köklerimiz Nasıl Sallandı?(2007), Köklerimiz Bir Bir Sökülüyor (2009) adlı hacimli her iki romanının
da içeriğini Kıbrıs olayları ve çıkarma
harekatı oluşturmaktadır. Kıbrıs Türk romanı üzerine örneklemeli tarihçe
oluşturan çalışmasında 117 yılda yaklaşık 120 romanın yayımlandığının altını
çizen Suna Atun, çıkarma harekatının oluşturmuş olduğu ortamın, romanın
imkanlarını genişlettiğini ve Kıbrıslı Türklerde okuma yanı sıra bir yazma
arzusunun da geliştiğini belirtmektedir. “Çok uzun yılları varoluş mücadelesi
içinde geçen Kıbrıs Türk Halkının tüm yazınsal ve sanatsal çalışmalarında
olduğu gibi roman türünde de 1974 Barış Harekâtı sonrası önemli adımlar
atılmış, roman yazarlığına ve okurluğuna ilgi artışı kaydedilmiş ve özellikle
son on yıl içerisinde de roman kitaplarının yayını büyük bir hız kazanmıştır.”
(Atun, 2011:27)
TMT
mücahit komutanlarından olan İsmail Bozkurt’un, tıpkı Özker Yaşın, Ahmet Gazioğlu ve Bekir Kara’nın
romanlarında gördüğümüz tarihsel
tanıklığı doğru bir tarihsellik üzerinden edebiyat yoluyla aktarma kaygısının
ürünü olan Bir Gecede adlı romanı, 1974
öncesi Geçitkale- Boğaziçi direnişinin belli bir zaman aralığında yaşanan
yoğunluğunu aktarıyor.
1974 sonrasında ortaya konan romanların büyük
çoğunluğunda, Kıbrıs Türk halkının ‘milli mücadele’ olarak da adlandırdığı var olma çabasının izleri bulunur. Yukarıda özellikle
üzerinde durduğumuz çalışmalar haricinde, Özker Yaşın; Kurtuluşa Kaçış- Bir Mücahidin Romanı, Bekir Kara; Aşklar-Acılar- Çocuklar ve Torunlar, Sevim Baran; İki Halkın Hikâyesi, İki Halkın Gözyaşları, Şerife Münevver
Özgerek; Yorgun Yollar, Saygın
Akanyeti; Yarınsızlık, Numan Ali
Levent; Sen de Direneceksin, Sultan; Kurşun Sesi Duymadan Yaşamak, Çetin Kasapoğlu; Gökyüzü Uyumasın, Bener Hakkı Hakeri; Kurtuluşa Kaçış , Ahmet Tolgay; Kıbrıs Çarmıhtan İnerken, Sabahattin
İsmail; Savaşların Gölgesinde, Havva
Tekin; Yeşil Adanın Çocukları, Nazım
Beratlı; Turnalar Nerden Gelirdi,
adlı eserlerinde çatışma, göç ve devamında yaşanan içtimai hayattaki çürümeye dair kaygı ve gözlemler paylaşılır…
Hemen
tamamının yazar merkezli olduğu bu çalışmalara toplu olarak bakıldığında, tarih
bilinciyle birlikte bir kimlik sorgulamasının da yapıldığını görürüz. Bu
esasında 1950’lerde başlayıp, 1974 yılında sonlanan Türk-Rum çatışma ikliminin,
Ada’daki Türkler açısından geç kalmış bir ulusçuluk bilincinin kökleştirilmesi
kaygısının da taşındığını gösterir. Esasında 1940’lı yıllarda başlayan
Türkiye’de Ada’ya giden öğretmen yazarların çalışmalarıyla hız kazanan
‘milliyetçi’ eğilim, edebiyat dünyasını da şekillendirmiş ve Kıbrıs Türk
edebiyatının metropol Türkiye’nin periferide bir edebiyat olarak şekillenmesine
kaynaklık oluşturmuştur. Bu tutum,
düşünsel olduğu kadar pratik olarak da hayata geçirilmiş bir eylemdir. Dr.
Küçük, Raif Denktaş gibi siyasetin en önemli aktörlerinin, aynı zamanda gazete
sahipliği, yazarlık gibi ‘yayın’ faaliyetleri içerisinde bulunmaları da bu
düşüncenin hayat bulmasında işlev taşır.
“Savaşın
tanığı olan yazarların ben merkezli tutumları, toplumsal olanın tarihini
okumamızı olanaklı kılar. Toplumsal olanı kendi yaşantıları etrafında yeniden
kurgulayan Kıbrıslı yazarlar, gözlem ve izlenimlerini günü gününe vermeye
çalışarak, yer yer belgelere de dayandırarak tarih bilimcisi gibi hareket etmek
isterler. Rumlarla yaşanan savaşlar, Türkiye’yle kurulan bağlar, Yunanistan ve
İngiltere’nin ada üzerindeki çıkarım ve uygulamaları, Kıbrıslı yazarların
objektifinden yansır. Romanlarda adada savaş ve siyasetle verilen bir mücadele
olduğu, bu mücadelede Kıbrıs Türk ve Rumlarının kendi başlarına hareket
etmediği öncelenir. Romanlar, Kıbrıs Türkünün geleceğe uzanmak için bir yol
arayışının ifadesi olur. Kıbrıs’ta tarih, savaş yüklüdür. Toplumun geçmişle
bağlarını koparan savaş, gelecek arzusundaki genç nesil üzerinde tesirini daha
kuvvetli hissettirir” (Aylanç, 2012).
Sonuç
Kıbrıs
Çıkarması, Kıbrıs Türk edebiyatında,
özellikle süreç içerisinde yazılan/söylenen hamasi şiirlerin yanı sıra, roman
türüne yansımış bir konudur. Şunu da söylemek olası ki, bugün bir Kıbrıs Türk romanından söz ediliyorsa, bu
türün içerisini dolduran ve belli bir edebiyatçı zümreye yazma dürtüsü
kazandıran etkenlerden birini ‘çıkarma
gerçeği’ oluşturmaktadır.
1963’te
başlayıp, 1974’de sonlanan savaş ikliminin, ağır travmatik sonuçları, bireysel
yaratı olan roman üzerinden, esasında, kolektif bir sağaltıma da katkıda
bulunmaktadır.
Tarihi
gerçeklikle edebi betimlemeyi iç içe bulduğumuz Kıbrıs Türk romanı, özellikle
de bu bildiri çerçevesinde ele alınan örnekleri, uzunca bir süre birlikte
yaşamış iki halktan birinin, Rum
tedhişçilerin yok etme planlarıyla nüfus olarak azınlıkta ve silahsız Türk
kesimine yönelttiği savaşın ayrıntılarını da öğrenmemize kaynaklık edecek
nitelikte eserlerdir.
Bu
yapıtlar, sadece Rum saldırganların ve onların arkasındaki diğer güçlerin
tutumunu aydınlatmakla kalmıyor, dar iktisadi ve sosyal hayat içerisinde kendi
denetim mekanizmasını oluşturmuş Kıbrıs Türk toplumunun, göç ve savaşla
birlikte yeniden şekillenmesinin insani ve gayriinsani yanlarını görmemize de
imkan tanımaktadır.
Kaynakça
Atun,
Suna (2011), Kıbrıs Türk Romanı,
Gazi Mağusa: SAMTAY Yayınları.
Aylanç,
Mihrican (2012), “Anı-Roman Işığında
Kıbrıs Türklerinin Tarihini Yeniden Okumak: Köklerimiz Nasıl Sallandı-Köklerimiz
Tek Tek Sökülüyor”, KIBATEK Anı
Edebiyatı Sempozyumu (Yayımlanmamış bildiri), İstanbul: 8-9 Kasım 2012.
Bozkurt,
İsmail (1991), Yusufçuklar Oldu mu?,
İstanbul: Cem Yayınları.
Bozkurt,
İsmail (2002), Bir Gün Belki,
İstanbul:Cem Yayınları.
Bozkurt,
İsmail (2005), Bir Gecede, İstanbul: Cem Yayınları.
Bozkurt,
İsmail (2010), “Geçitkale-Boğaziçi
Direnişinin Şiirlerle Mücahit Gazetesine Yansıması”, Kıbrıs
Türk Varoluş Mücadelesinin Edebiyata Yansıması Bildiriler (Haz: İsmail
Bozkurt, Cemal Bayak), Lefkoşa: Ajans Yay Ltd.
Gazioğlu,
Ahmet (1975), Kıbrıs’ta Aşk ve Savaş,
İstanbul: Efes Yayınları.
Günyol,
Vedat (1980), “Roman Konusunda”, Milliyet Sanat Dergisi, Yeni Dizi:10,
İstanbul.
Gürel,
Şükrü Sina (1984), Kıbrıs Tarihi-I,
Kaynak Yayınları: İstanbul.
Güvenir,
Osman (2011), “Üç Pencere” Kıbrıs Romanı, İstanbul: Alfa Yayınları.
Kara,
Bekir (2011), Unutma “bellekteki izler”,
Ürün Yayınları: Ankara.
Karpat,
Kemal (2009), Osmanlı’dan Günümüze Edebiyat ve Toplum, Timaş Yayınları:
İstanbul.
Kefeli,
Emel (2013), “Kıbrıs Türk Edebiyatında Roman: Tarih, Bellek, İnsan”, Edebiyatta
Kıbrıs ve Bahar, Uluslararası KIBAT
EK Edebiyat Sempozyumu Bildirileri, (Haz: Kafiye Yinanç, Metin Turan), Ankara: KIBATEK Yayınları.
Mütercimler,
Erol (1998), Bilinmeyen Yönleriyle
Kıbrıs Barış Harekatı, 2. Basım, Arba Yayınları: İstanbul.
Nesim, Ali
(1998), “Gelişme Döneminde Kıbrıs Türk
Edebiyatı’’, Birinci Uluslar arası
Kıbrıs ve Balkanlar Türk Edebiyatları Sempozyumu, (Haz: İsmail Bozkurt,
Ayşen Dağlı, M. Kansu), Gazi Mağusa: Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi.
Yaşın, Özker
(1976), Girne’den Yol Bağladık,
İtimat Yayınevi: İstanbul.
Yaşın, Mehmet
(1990), “Kıbrıslı Türk Edebiyatında
Kimlik Sorununun Tarihsel-Toplumsal Nedenleri”, Turkish Cypriot Indentity in Literature -
Edebiyatta Kıbrıslı Türk Kimliği, Fatal Pulications:London.
[1] KIBATEK (Kıbrıs,
Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu)Başkanı.
[2] Özker Yaşın, 4 Ekim
1932 de Lefkoşa’da doğmuştur. Liseyi Haydarpaşa (İstanbul) Lisesinde
başlayıp, Vefa Lisesi’nde tamamlar. Kıbrıs’a döner, muhabirlik, reklamcılık
yapar, Savaş yayınlarını kurar. Bayraktar
Destanı (Lefkoşa, 1952), Limanda Bir
Gemi (Varlık yayınları, İstanbul 1956), Namık Kemal Kıbrıs’ta (Lefkoşa, 1957) yayımlanır. 1970 yılında
Kıbrıs parlamentosuna milletvekili olarak giren Yaşın’ın çok sayıda şiir
kitabı, tiyatro eseri 3 ciltten oluşan Nevzat ve Ben (1997-2004) adlı anlatı
kitabı dışında romanları şunlardır: Bütün Kapılar Kapandı, Lefkoşa, 1955. Mücahitler / Kıbrıs’ta Vuruşanlar,
Lefkoşa, 1970. Kıbrıslı Kazım,
İstanbul, 1978. Girne’den Yol Bağladık,
İstanbul, 1976. 6 Şubat 2011 yılında hayata gözlerini yumdu.
[3] İsmail
Bozkurt, 1940 doğumlu. 1962 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (Ankara)
bitirir. Kıbrıs mücadelesinde mücahit komutanı olarak aktif görev üstlenir.
1970-90 yılları arasında, 6 dönem milletvekilliği, meclis başkanlığı, bakanlık,
parti genel başkanlığı yaptı. Yusufcuklar
Oldu mu? (Cem Yayınevi, İstanbul 1991), Mangal (Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 1995), Bir Gün Belki (Cem Yayınevi, İstanbul
2002) ve Bir Gecede (Cem Yayınevi,
İstanbul 2005) yayımlanmış romanlarıdır. Bozkurt’un ayrıca yayına hazırladığı
çok sayıda kitap ile gezi yazılarından oluşan Kızıl Meydan’da Bir Uçak (1987), Kuzey Kıbrıs Seyahatnâmesi (2012) yapıtları vardır. Halen kısa adı
KIBATEK olan, Kıbrıs Balkanlar Avrasya Türk Edebiyatları Vakfı’nın başkanlığını
yürütmektedir.
[4] Bekir Kara, 1954 yılında Baf ilçesinin Bağrıkara
köyünde doğdu. Bursa Eğitim Enstitüsü’nün Sosyal Bilgiler Bölümü’nü bitirdikten
sonra uzun yıllar Kıbrıs’ta öğretmenlik ve okul yöneticiliği yaptı, 1994
yılında emekli oldu. Yayımlanmış kitapları şunlardır: Toplu Oyunlar (Lefkoşa 1994), Sırlar
Ölümsüzdür (Öykü, Lefkoşa 1996), Kavuni
(Roman, 2001), Unutma Bellekteki
İzler (Ürün Yayınları, Ankara 2011).
[5] Ahmet Gazioğlu, 1931 Larnaka, Kıbrıs doğumlu, Gazioğlu
Ankara'da yüksek öğrenimini tamamladı ve daha sonra Londra Üniversitesi'nde
'Uluslararası İlişkiler' okudu.
1954-1962 yılları arasında Kıbrıs'ta bir tarih öğretmeni ve okul müdürü
olarak çalıştı. 1963 yılında toplumlararası
mücadelede başından itibaren o Kıbrıslı Türk haklarını temsil eden bir aktif
rol aldı. Kıbrıs’ta Aşk ve Savaş (İstanbul, 1975) yayımlanmış tek romanıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder